ALLAH’A CC KULLUK İÇİN GELDİĞİMİZİ ASLA UNUTMAMALIYIZ
Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla Mevlâ’m; insanları, hayvanâtı, nebâtâtı ve cemâdâtı yarattı. Onlara ihtiyaçları kadar güç, sıhhat verdi. Beslenmemiz için sayısız nimet verdi. Göz verdi, kulak verdi, akıl verdi. Az da olsa irade verdi. Her şeyi ihtiyacımız kadar verdi. Meselâ gözümüz daha fazla görse idi; elimizin üstündeki veya etrafımızdaki mikropları çıplak gözle görseydik ne yapardık? Kulağımızla havada dolaşan sesleri duysa idik beynimiz tahammül eder miydi? Milyonlarca sesin havada dolaştığını, birbirine de karışmadığını elimizdeki cihazlarla biliyoruz. Rabbimiz; yaşantımızda yanlışı doğruyu bilmemiz için de Kur’ân-ı Kerîm’i gönderdi, Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Muhammed Mustafâ’yı gönderdi. Ne yapmamızı, neyi yapmamamızı bize tebliğ etti. Cennetin ve cehennemin olduğunu bildirdi; “Mevlâm’ın yüce kitâbı Kur’ân-ı Kerîm’e ve benim sünnetime sarılıp onunla amel ederseniz doğru yoldan ayrılmazsınız.” dedi. (Bkz. Muvattâ, Kader, 3) Kıyâmet günü mutlaka herkesin dünyada yaptıklarının hesabını vereceklerini amellerine göre de ya cennete veya cehenneme konacaklarını bildirdi. Cenâb-ı Mevlâ’m insanları niye yarattı? Yaratılışın bir hikmeti var. Bir imtihan sırrı var. Bu dünyaya geliş, boş yere değil. Onun bir sebebi var. O da imtihan. Bu dünya ve üzerindekileri, Cenâb-ı Allah süs olarak tarif ediyor.
Âyet-i kerîme şöyle: “Biz; yeryüzünde olan şeyleri, yer halkına bir süs yaptık ki, insanların hangisinin daha güzel bir amelde bulunacağını imtihan edelim.” (el-Kehf, 7) İnsanlık imtihanında, dünya ve nimetleri insan için; Ya âhireti kazanma malzemesi olur. Ya insanı imtihanda başarısızlığa uğratan bir tuzak olur. Rabbim, kimisine hastalık verir, kimisine âzâ noksanlığı, kimisine maddî zayıflık verir. Sabretmesini; Allâh’ın verdiğine isyan ve şikâyet etmeyip râzı olmasını ister. Rabbim, kimisine servet verir, mal-mülk verir. «Veren el, alan elden üstündür.» diyerek şükretmesini; kendisine verilenlerden fakirlere, ihtiyaç sahiplerine vermesini ister… Bu emri yerine getirenlere mükâfâtını bildirir. Servet sahibi olunca; «Ben kazandım!» diyerek Allâh’ın verdiğini unutanlar; «Servetim artsın…» diyerek haramı helâli düşünmeyenler; Fakiri yoksulu unutan; «Onlardan bana ne?» diyenler; Kul hakkına tecavüz edenler; Başkalarını zarara sokarak servetinin artmasını sağlayanlar; Zekâtını vermeyen veya vermiş gibi görünüp hile yapıp; «Müslümanım!» diyenler şöyle bir düşünsün… Kendini sorgulasın… Zenginlik kendini bu hâllere düşürmüşse, tuzağa düşmüş demektir. Âkıbeti çok kötüdür. Hemen tövbe ederek bu kötü hâllerden vazgeçmesi gerekir. Âhirette hesap günü bunlar bir bir yüzüne okunacak. Evet, müslüman da zengin olacak, zengin de olmalıdır. Fakat tuzağa düşmeyecek, parasını kazanırken helâle harama dikkat edecek, parasını hayırlı yerlere harcayacak. Nefsin, şeytanın, servetin tuzağına düşmeyecek. Bu servetin kendine verilmiş bir emânet olduğunu unutmayacak, emânete de ihânet etmeyecek. Tarihten bugüne, örnekleri çok… Kārun böyle. Fakirken dindar bir insan idi. Fakat Allah imtihan etti. Mal verdi. Zenginleşince, kibirlendi, gururlandı. Hazret-i Musa’ya iftira etti. Sonunda helâk oldu. Herkes Kārûn’a özenirdi. “–Allah bize de verse!” derlerdi. Fakat o, malıyla yerin dibine geçirilince; “–Aman Allah korusun!” dediler. Bugün servet sahiplerine herkes özeniyor. Fakat ya âhiret ve mâneviyat penceresinden bakabilsek, ne kadarı özenilecek durumda? Çok azı!.. Hadîs-i şerifte buyurulur ya: “Özenilecek, gıpta edilecek iki kişi var sadece: Biri, Allâh’ın kendisine Kur’ân-ı Kerim verdiği kişidir. O kişi, gece-gündüz Kur’ân ile meşgul olup Kur’ân’la yaşar, Kur’ân’la amel eder. Onu tâlim eder, yaşar, yaşatır… Diğeri de kendisine Allâh’ın servet verdiği kimselerdir ki malını kullanmayı bilir. (Malıyla azgınlaşmaz.) Servetini Allah yolunda bol bol infâk eder.” (Müslim, Müsâfirîn, 266, 267) Maalesef bu gıpta edilecek.