Kadir YATAĞAN

Kadir YATAĞAN

28 Mart 2023 Salı

ŞİİRE KOŞAN ADAM

ŞİİRE KOŞAN ADAM
1

BEĞENDİM

ABONE OL

       Ömrün ortasına gelmiş bir adam, bir gün bir şeyin eksikliğini hissediyor. Yanında var olmasını istediği şey yâr değil, çünkü yıllar öncesinde sevdiğiyle mutlu bir evlilik yapmış. Bu evlilik çiçeklenmiş, doyumsuz bir cennet bahçesine dönüşmüş. Çocuklar gelmiş bu güzel bahçeye hatta ömrün son lezzeti torun sesleri sarmış dünyasını.

       Aradığı mevki makam da değil, çünkü Necat Dürümlü bu tür konumlara ömrü boyunca hiç meyletmemiş. Yokumsadığı şey para hiç değil. Dünya malına tamahkâr bir insan olmayan ve kendi ifadesiyle “Çok şükür başımızı sokacak bir evimiz ve muhannete muhtaç olmayacak bir rızkımız var. Olanı birlikte yeriz, fazlasını neyleyim?” diyen kanaatkâr bir insan.

       İşte eli iş tuttuğu müddetçe çalışmayı ibadet sayan bu onurlu insanın ömrünün ortasında “Keşke!” diye eksikliğini hissettiği şey, okumaya başladığı günlerden itibaren büyüsüne kapıldığı şiirlere olan ilgisiydi. Küçük yaşlarda başladığı hayat mücadelesi onun bu tutkusunu yok edemeyecek, aksine için için yanan bir köz misali hayatına yön verecek bir güce ulaşarak hayat çizgisinde sanatla iç içe yeni bir dönem başlatacaktır.

       Necat Dürümlü, şiirin hayatında hep olmasını arzu ettiği günlerden sonra artık şiirle örülü bir dünyanın içine girmiş; tabir yerindeyse kozasını tamamlamaya çalışan ipek böceği misali meyve vermenin telaşına girmiştir. İlk şiir kitabı 2017 yılında  ‘Şairler Sofrasında Şiirler’ adıyla BOY Yayınları’ndan çıkarak okuyucuyla buluşmuştur.

       ‘Şairler Sokağında Şiirler’ Necat Dürümlü’nün ikinci şiir kitabı. Şairin şiir vadisindeki ikinci fidanı olan bu eserinin de ilk eseri gibi yeşerip serpileceğine ve okuyucularına yürek imbiğinde demlenmiş has şiirin lezzetlerini sunacağına şüphemiz yoktur.

       Şair, bu eserindeki şiirlere serpiştirdiği metaforlarla anlam derinliği oluşturarak metin zenginliğini kuvvetlendirmiştir. Biçimsel olarak da sözcük tekrarları, düzensiz de olsa uyak, redif ve assonaslarla ahenk zenginleşmesi sağlamıştır.

       ‘Şairler Sokağında Şiirler’ adlı bu eserinden dolayı, şairi kutluyor ve kendisini şiir yolculuğunun yılmaz yolcusu olarak selamlıyorum. Tebriklerim, bu güzel esere ve şairine. Necat Dürümlü bütün şiir severleri ‘Şairler Sokağında Şiirler’  adlı şiir sofrasına davet etmekte. Şiir tadında afiyetler olsun…

  ESERDEN BİRKAÇ DİZE:

 “Aşkın zehrini, şerbet diye tadan

  Bir aşk dilencisi, işte o benim…”

………

“Koşuyorum, koşuyorum

 Sevdam gelmiş bu şehre.”

………… 

“Gülde dikenler olsa da zehir

  Yine de olmaz, aşkta tehir…”

………….

“Uykusuz nemli gözlerim

 Dalar, bakar bazen tan ışığında

 Umutlara yelken açar her seferinde

 Şahit olur yalnızlığıma martılar…”

Devamını Oku

ŞİİR DAMITAN ADAM

ŞİİR DAMITAN ADAM
1

BEĞENDİM

ABONE OL

Sevgi hayatın özü, şiirse özün özüdür. Şehrin kültürel dokusuna eserleriyle katkıda bulunan şairler; bir kentin onuru, canlı bellekleridir.. Sokaklarında şairlerin gezinmediği bir kent; duyguca çorak, ruhça soluktur. Sokaklarında şairlerin gezindiği şehirlerin gökyüzünde güvercinler, sanata kanat çırpar. Şehrin panoramasını renk cümbüşüne döndüren şairler, kente kültürel kimlik kazandırırlar.

Duygusal şair İsmail Gökçe, bu kentin sokaklarını sabah akşam arşınlayarak adeta ömrünün şiirini aramaktadır. Şehrin bütün dokularına nüfuz ederek ve olan biteni gözlemleyerek hayatın nabzını tutmaktadır. Onun şiirleri bu yüzden yaşananın somut göstergeleri olarak döneme kayıt tutar.

Türk şiirinin yüz akı şairlerinden Mehmet Emin Yurdakul : “ Unutma ki şairleri haykırmayan bir millet, sevenleri toprak olmuş öksüz çocuk gibidir. “ diyerek şairin toplumdaki önemini ve rolünü vurgulamıştır. İşte İsmail Gökçe de bu kentin övünç duyacağı bir şair olarak şiirleri ile halkın yürek sesi olmuş ve çağın tanığı olarak şaire düşen rolü üstlenmiştir.

İsmail Gökçe, duygu dünyası oldukça renkli ve bir o kadar da zengin düşleri olan bir şairdir. Sanat doğanın taklit edilerek ustaca esere yansıtılmasıdır. İsmail Gökçe, Çal- Bayıralan köyünde doğanın bağrında yetişmiş bir şair olarak toprağın ve meyvenin kokusunu üzerinde taşımakta ve bu tadı eserlerine serpiştirmektedir.

Şairin şiirlerine biçimsel yönden baktığımızda halk şiirine daha yatkın olduğunu ve hece ölçüsünü şiirlerinde başarıyla uyguladığını görmekteyiz. Şiirlerinde ahenk unsurları ustaca esere tatbik edilmiş ve şiirler ses değerleri yönüyle zirveyi yoklayan dalga boylarına ulaşmıştır. Kafiye, redif ve ses tekrarlarıyla oluşan ahenk; şiirin etki gücünü artırmış ve söyleyişi zenginleştirmiştir.

İsmail Gökçe’nin şiirlerine içerik olarak baktığımızda ise, duygunun yoğun olarak şiirin merkezinde yer aldığını görmekteyiz. Şairin yakın dostlarından şair Ali Tuluk, onun bu özelliğini erken fark ederek, şaire “Duygusal” mahlasını uygun görmüştür.

Şair; yüreğindeki yangının ateşiyle kıvılcım saçarcasına anlamca derinlikli, söyleyişçe etkili, biçimce de mükemmel şiirlerini ‘Yürek Yangını’ isimli bu kitabında toplamıştır. Eserdeki şiirler nitelik ve nicelik yönüyle oldukça hacimlidir.

Özün ustaca harmanlandığı, biçimin ahenkle sarmalandığı Yürek Yangını adlı bu eseri okuyarak, içinizdeki uyuyan duygu lavlarını tekrar ateşleyip canlandırmaya hazır mısınız? Öyleyse kitap sizi bekliyor…

Tanıtımını yaptığımız ‘Yürek Yangını’ isimli şiir kitabının Duygusal şair mahlaslı şairi İsmail GÖKÇE, yüreğinin yangınını söndürecek bir çağlayana kavuştu. Kendisine yıllardır aradığı mutluluğu sunan gül bahçelerinden doğup çağlayan bu lezzetli pınardan kana kana içmesini diliyoruz. Bu sütundaki köşe yazımızın not düşerek ilan ettiği üzre, bu gün yapılacak nikâh törenlerinde bir ömrün bütününe atacakları imzayla birlikteliklerini perçinleyecek olan Duygusal şair İsmail GÖKÇE ve Gülizar PARMAKSIZOĞLU’nu tebrik ediyoruz.

Devamını Oku

HALK FIKRALARI ve ŞAİR EŞREF

HALK FIKRALARI ve ŞAİR EŞREF
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Daha önceki yazımızda halk fıkraları üzerinde durmuş, Şair Eşref’in Acıpayam ilçesinde kaymakamlık yaptığı dönemlerde yaşadığı bazı garip ve çarpık olaylar karşısında söylediği kinayeli sözler ve nükteli şiirlerden oluşan fıkralardan örnekler vermiştik. Yöre insanının hafızasında “Şair Eşref Fıkraları” olarak yer eden bu fıkralar, ağızdan ağıza aktarılarak günümüze ulaşmıştır.

Şair Eşref’e mal edilmesi yönüyle fıkra türünün belirleyici özelliklerinden biri olan anonimlik vasfının sekteye uğradığı düşünülürse de, gerek Şair Eşref’in bu olayları yaşayıp bu söz ve şiirleri söylediğinin aşikâr olmaması gerek fıkralardaki anlatım ve hikâyenin halka ait olması gerekse sözlü kültür aşamasında çeşitli varyantların yani farkların oluşması anonim kriteri sağlamaktadır. Yörede Şair Eşref’e atfedilen diğer fıkralar da şunlardır. Şair Eşref Acıpayam’da kaymakamlık yaparken, damadı da Manisa’nın Alaşehir İlçesinde aynı görevdedir. Damadı, Şair Eşref’e Alaşehir’de sıkıldığını, Denizli’nin ilçelerinden birinde görev yapmak istediğini ve mümkünse bunu halledivermesini Şair Eşref’ten rica eder. Şair Eşref, ne söylese damadını bu fikrinden vazgeçiremez. Kızının da araya girip, daha yakına gelmeleriyle sıkça görüşebileceklerini söylemesi üzerine Şair Eşref, Ankara’daki dostlarının yardımıyla yeni ilçe olan Güney kaymakamlığı görevinin damadına verilmesini sağlar. Küçük ve ücra bir yerleşim yeri olan Güney’de Alaşehir’deki yaşantısını bulamayan damadı, bu değişiklikten pişman

olduğunu Şair Eşref’e söyleyince, Şair Eşref: “Önceleri has öküzken döndün şimdi bir düveye / Alaşehir düzünden geldin leylek yuvası Güney’e…”diyerek, son pişmanlığın fayda vermeyeceğini belirtir. Şair Eşref, Çal kaymakamı hastalanınca geçici olarak Çal kaymakamlığına vekâlet eder. Vazifesi esnasında bir kısım çıkar çevrelerinin bürokrasideki işbirlikçileriyle devlet malını yağmaladıklarını fark eder. Osmanlı İmparatorluğunun son günlerinde rüşvet ve iltimas hayli yaygınlaşmış; devlet çarkının işleyişinde bozulmalar, kontrol mekanizmasında da aksaklıklar görülmeye başlamıştır. Yetki sınırlamalarından dolayı duruma el koyamayan Şair Eşref, üst makama hitaben yazdığı sitayiş dolu şu manzum mektupla Çal’daki vaziyetin vahametini bildirir.

“Mülkiyeti beyt-ül mal, Çal efendi durma çal / Ya bu hale çare bul ya bu vazifeden al…Şair Eşref’in Acıpayam’da kaymakamlık yaptığı günlerde, annesi, birkaç haftalığına ziyarete gelir. Dul olmasına rağmen hayat dolu ve bakımlı bir kadın olan annesini çarşıda gezerken gören esnaftan biri beğenir ve mal müdürü Necip Efendi’yi Şair Eşref’e görücülüğe gönderir. Bu tutumu densizlik olarak görüp hazmedemeyen ve bu duruma oldukça içerleyen Şair Eşref: “Hiç insaf kalmamış ben-i âdemde / Anamı da istediler Acıbadem’de…” diyerek tepkisini dile getirmiştir.

Yine Şair Eşref’in ilçenin hatta bölgenin en büyük hayvan pazarı olan ve çevre halkı tarafından da ‘Koca Pazar’ diye bilinen Karahöyük pazarına gitmesi sonucu gerçekleşen başka bir fıkra da şöyledir. Şair Eşref pazara geldiğinde gördüğü manzaradan oldukça etkilenir. Çünkü sağ tarafına baktığında yüzlerce sığır, sol tarafına baktığında binlerce koyun ve keçi, ön ve arka tarafında ise yine yüzlerce at ve merkep bulunması, Şair Eşref’i şaşırtmıştır. Bu etkilenme sonucu yanındakilere: ‘Amma da eşek varmış!’ diye söyleyince, bu sözden alınan havali sakinlerinden biri yutkunarak: ‘ En büyüğü de şimdi anırdı!’ diyerek, sözdeki dokundurmayı nükteli bir şekilde Şair Eşref’e iade eder.

Bir yandan çalışıp üretirken diğer yandan eğlenmeyi unutmayan Türk halkı, ince zekasının ürünü olan mizah yüklü fıkralarını halk kültürüne kazandırmıştır. Fıkralardan ibret alarak geleceğe umutla uzanmanın zeminini oluşturmak ve yarınlara gülümseyen bir yüzle bakmak dileğiyle…

Devamını Oku

KUŞAKTAN KUŞAĞA

KUŞAKTAN KUŞAĞA
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Hayat, sürekli yenilenen yüzüyle değişken bir yapıya sahiptir. Zaman denilen sonsuz boşlukta yaşayan her varlık, bu değişimden nasibini alarak her an kendini yeni gelişmelerin içinde bulur. Durum böyle olunca, her devrin şartları ve insanoğluna sunduğu ortam elbette farklı olacaktır.

Konuya bu açıdan bakmayan bir önceki nesil insanları, bir sonraki kuşağın temsilcilerine hep kendi dönemlerinin yokluk ve zorluklarından bahseder. Önceki kuşak insanları tarafından çoğu güzellikleri yaşadığı ve söz yerindeyse nimet denizi içinde yüzdüğü düşünülen bugünkü nesil insanları da bir zaman sonra benzer eseflenme ve suçlamaları kendilerinden sonraki kuşağın temsilcilerine yönelteceklerdir. “Bizler doğru dürüst yaşayamadık, çoğu şeylerden mahrum kaldık, yokluklar içinde boğuşarak var olmaya çalışıp bu günlere geldik. Sizler ise, her türlü imkâna sahip olduğunuz halde bunun kıymetini bilmiyorsunuz. Uygarlığa katkıda bulunacağınız yerde, hep tüketmekten yanasınız.” diye özetleyebileceğimiz bu ve benzeri sitemkâr sözler, kısır döngü misali hep bir önceki kuşak insanlarınca bir sonraki nesil insanlarına söylenir durur.

Bu günün insanı olarak önceki kuşağı anlamaya çalıştığımızda, şükretme ve kanaatkâr olma yönüyle bizden önceki insanların hayatın çeşitli boyutlarında bize göre daha duyarlı olduklarını söyleyebiliriz. Sözün burasında dedem rahmetliyle ilgili bazı gözlemlerimi aktarmakta fayda görüyorum. Benim tanıdığım günlerde seksen yaşlarına ulaşmış olmasına rağmen kibir ve gösterişten uzak, kendi halinde yaşayan ağırbaşlı bir adamdı dedem. Çağrılmadığı yere gitmez, buyur edilmeden içeri girmez, sohbet esnasında söz düşmeden lafa karışmazdı. Ağzından şükür eksik olmayan tevekkül sahibi biriydi. Önceki neslin karakteristik özelliklerini üzerinde taşıyan dedem, etrafında gelişen olayları dikkatle takip eder, yeri geldiğinde harcı nispetinde müdahale ederdi. Sabırla koruğu meyve edercesine zamana ve şartlarına direnebilen insanlardandı.

Günümüz insanına baktığımızda, istisnalar dışında çoğu insanın arzu ettiklerine ulaşma yönüyle daha sabırsız, bir işi nihayetlendirme bakımından daha dirençsiz ve çoğu şeye sahip olmayı istemek açısından daha tamahkâr olduğunu görmekteyiz. Oysa emek sarf edilmeyen, ter akıtılmayan kazançlar; yürek çarpıntısı oluşturmayan istekler, sahibine yeterli bir tatmin sağlamaz. Mutluluğun zemini diyebileceğimiz doyum noktasına ulaşabilmek için yürekten arzu ettiklerimizin peşinde olmak ve onu sahiplenebilmenin mücadelesini vermek gerekir.

Beyninin ışığıyla yüreğinin ateşini birleştirebilen insan, hedeflerinde daha tutarlı; kararlarında daha isabetli olacaktır. Belirlenen hedeflere ulaştığında bunun keyfini sürecek, ulaşamadığındaysa daha temkinli olarak yeni ufuklara yelken açacaktır. İnsanoğlunu yükselten ve yaşadığı hayatı anlamlandıran hırslarıdır. Hırs, kontrol edilebildiği ölçüde faydalı dahası itici dinamo olması yönüyle gereklidir. Bazıları hırsı deniz yüzeyindeki rüzgâra, insanoğlunun hayatını da yelkenli bir gemiye benzetir. Yelkenli geminin hareket etmesini sağlayan rüzgâr misali, insanın hayatını sürdürebilmesi de hırsla mümkündür. Fırtınaya dönüşen rüzgâr gemiyi alabora ederken, kontrolsüz hırs da insan hayatını felakete sürükler. ”Az tamah, çok zarar getirir. “ sözü, bu gerçeği belirlemektedir.

İnsan, sabırla beklediğini inatla aramalıdır. Önemli olan birilerinin bize sundukları değil kendimizin var ettikleridir. Sınırsızlığın boşluğunda yuvarlanmaktansa, sınırlı olanın alanını genişletmek ve bunda pay sahibi olmak insana doyumsuz bir tat verir. Her birimizin insanca yaşayabilmenin ortamına küçümsenmeyecek katkılar sağlayabileceğimizin bilincinde olması ve bu gerçeğe göre hareket etmesi dileğiyle…

Devamını Oku

DÜNLE BUGÜN

DÜNLE BUGÜN
0

BEĞENDİM

ABONE OL

       Bir kış gecesi kahvehaneden evine dönmekte olan bakırcı esnafı Bayram Efendi, kapı komşusu Molla Bekir Ağa’yı duvar içine yerleştirilmiş pencere boşluğuna oturmuş bir halde titrek mum ışığında kitap okurken görür. Vakit gece yarısıdır ve hava oldukça soğuktur.

       Gördüğü manzaranın şokuyla evine giren Bayram Efendi, sabahleyin bunun sebebini öğrenmeye çalışır. Evinden çıkmakta olan Molla Bekir’e: “Bekir Ağa, dün gece eve girerken pencere boşluğunda oturuyordun, hayırdır inşallah!’ der. Molla Bekir sabahki dersi için hazırlık yaptığını söyleyince, Bayram Efendi: ‘İyi de hocam, koskoca evde bu soğukta pencere boşluğundan başka bir yer bulamadın mı?” diye itiraz eder. Molla Bekir, medresede dersleriyle uğraşmaktan evinin damını aktaramadığını ve bu yüzden evinde akıp damlamayan tek kuru yerin duvar içi pencere boşluğu olduğunu, kitap ve ders notlarının ıslanmaması için orada çalıştığını söyler.

       Bu cevap karşısında daha çok şaşıran Bayram Efendi: “Tamam hocam tamam da sen yılların âlimisin. Bu mevsimde gece yarılarına kadar niye çalışır, kendine eziyet edersin? Senin ilmin talebeye yeter de artar.” diye söylenir. Molla Bekir, Bayram Efendi’ye şu cevabı verir: “İyi söylersin de sınıfta Sarı Hamdi diye dehşet bir öğrencimiz var, kerata öyle sorular soruyor ki gel de derse hazırlık yapma…”

       Hocasının bilgi birikimini zorlayabilen talebeler ve öğrencisini daha iyi yetiştirebilmek için gecesini gündüzüne katarak hazırlanan öğretmenler şimdi niye yoklar? İşte cevaplanması gereken asıl soru bu…

Devamını Oku

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.