Meryem İPEK

Meryem İPEK

21 Temmuz 2022 Perşembe

‘BİR ÖMÜRLÜK MİSAFİR’

‘BİR ÖMÜRLÜK MİSAFİR’
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Merhaba değerli sanat tutkunları, yine buram buram sanat kokan yazımla karşınızdayım, hemde çok özel ve genç bir yetenek Hasan Basri İNAN…Portreler üzerinden açığa çıkan eskiye olan yakınlık, siyah-beyaz fotoğrafların yağlı boyaya geçişinin ön zeminini hazırlamaktadır. Portre’nin, “Fotoğrafik Görüntü” temsili üzerinden hazırlan ve onları geleneksel çini ve kilim motifleriyle destekleyen yeni anlam arayışlarını da beraberinde getirmektedir. Fotoğrafik görüntünün içinde yer alan imge, onu yansıtan zaman algısını anlaşılabilecek bir biçimde somutlanmıştır. Resmedilen figürün siyah-beyaz olması, geçmiş zamanlardan bir felsefeyi uzak zamanlardaki köklerinden günümüze taşırken, kimi zaman resimlenen anonim portreler, kimi zaman aşina olduğumuzu sandığımız bir dervişin, kimi zamansa saraylı bir hanımefendinin tasviri olarak betimlenmektedir. Topluma mal olmuş, hakkında görsel verinin bulunmadığı kimselere suret inşa etmek, Anadolu’nun derin kültürüne kadar izler bırakmaktadır. Bir nakkaş duyarlığında işlenen arka plan, işlediği motifin renkli yüzü ise insan üretimi eserlerin zamana meydan okuyan yanına işaret etmektedir. Ressam Hasan Basri İNAN’ın Kendisi,eserleri,ve tekniğinden oluşan bilgileri sizin için derledim. Karaca Kültür Merkezi İzmir’de ilk kişisel sergisi gerçekleşecek olan ‘Bir Ömürlük Misafir’ isimli sergide kuru fırça tekniğiyle yaptığı çalışmalarla resme fotoğraf tadında bir izlenim veren İNAN’ın sergisi 13 Nisan da açılıyor.

– Meryem İpek: Öncelikle sizi tanıyalım.

– Hasan Basri İNAN: 1992 yılında Malatya’da doğdum. İlk, orta ve lise eğitimini Mersin’de tamamladım. 2011 yılında Mersin Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’ne dereceyle girdim. 2015 yılında Seramik Bölüm birincisi ve Güzel Sanatlar Fakülte ikincisi olarak mezun oldum.  2015 yılında Hacettepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Enstitüsü, Seramik Bölümü, Yüksek Lisans Programını 1.lik ile kazandım. 2011 yılından beri, Ressam Ahmet YEŞİL’ in rehberliğinde çalışmalarımı sürdürmeye devam ediyorum. Bu eğitim süreci, Ahmet hocamın yol göstericiliği ile devam ediyor.7 kişisel, 60’dan fazla karma sergi, 10’dan fazla ulusal ve uluslararası jürili sergiler, Workshoplar, Sempozyumlar ve Çeşitli Etkinliklerde yer aldım. 5 Ulusal, 5 Uluslararası ödülüm bulunmaktadır. Almanya, Fransa, İngiltere, Portekiz ve İspanya’da karma sergilere katıldım. 2018 yılında Hacettepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Enstitüsü Seramik Bölümü Yüksek Lisansımı tezimi yazarak mezun oldum. Tez konusu, “Seramik Form ve Yüzeylerde Resimsel Anlatımlar ve İmgelerdi.” 2016 yılından bu yana çalışmalarını Mersin’deki atölyemde sürdürmekteyim.

-M.İ: Resme Nasıl Başladınız?  Başladıktan sonra destekçileriniz kimlerdi.?

-H.B.İ: Resme olan yakınlığım küçük yaşlarla başladı. Babamın bana yaptığı resimler o zamanlarda hep güzel gelirdi. Ondan kaynaklı bende resim yapamaya başladım. İlkokul ve ortaokulda yaptığım resimler öğretmenlerim tarafından hep sınıf panosuna ya da okulun panosuna asılırdı. Böyle olunca ben daha çok resim yapmaya başladım ve resim yaptıkça da mutlu oluyordum. Ortaokuldayken sınıf öğretmenimiz bizlere, “ileride hangi mesleği yapmak istiyorsunuz” konulu bir kompozisyon yazmamızı istemişti. Ben oraya iki şey yazmıştım. İlki futbolcu olmak, ikincisi ressam olmaktı… 9 yıl amatör olarak bazı kulüplerde futbol oynadım. Daha sonra futbolu bırakıp resme yöneldim. Resme yönelmemde dayımın rolü büyüktür. Güzel Sanatlara hazırlık  kursuna  gittim. Mersin Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Seramik Bölümü’nü kazandım. Bu sırada yolum Ahmet Yeşil ile kesişti .Bu benim dönüm noktam oldu diyebilirim. Ahmet Yeşil’in benim üzerimde tarif edilemeyecek kadar emeği vardır. Desteğini benden hiç esirgememiştir. Üniversite de seramik eğitimi alırken diğer yandan evimin odasında resim yarışmalarına hazırlanıyordum.. Katıldığım ilk resim yarışmasında Ahmet hocamın bana verdiği tuvale resim yapmıştım ve o resimle de ödül almıştım. Bunun bendeki yeri çok özeldir. Hala o resmi saklarım. Ne kadar da almak isteyen kişiler olduysa, kimseye veremedim. Bazı şeylerin manevi değeri, maddi değerden daha ağırdır. Bir sonraki yıl yine bir resim yarışmasına katılmıştım. Yine tuvalimi Ahmet hocam vermişti. Ve yine ondan da ödül almıştım. O resimde hala bende duruyor. Keşke her insanın hayatına böyle derinden dokunan ve o kişiyi özel hissettiren birisi olsa diyorum. Ahmet Yeşil ile beraber yurtiçi-yurtdışı sergilere, sempozyumlara gidiyoruz. Bizleri oradaki sanat ortamıyla tanıştırıyor. Şunu çok rahat bir şekilde söyleyebilirim ki, bana göre Ahmet Yeşil kendi döneminin en büyük sanatçısıdır! Ben de böyle bir ustanın yanında yer aldığımdan dolayı çok onur duyuyorum.

– M.İ: Resimleriniz hakkında teknik  bilgi verirmisiniz ?

-H.B.İ.  Teknik bilgilerinden söz etmek gerekirse, resimlerimi tuval üzerine yağlı boya ve akrilik olarak çalışıyorum. Resmin içinde yer alan figür monokrom bir şekilde tuvale aktarılıyor. Burada kuru fırça tekniğini kullanıyorum. Tek bir renkle ve ince dokunuşlarla foto-gerçekçi çalışmalar ortaya çıkartıyorum. İnce ayrıntılarla uğraşmayı sevdiğim için bu konuda hiç sıkılmadan resim yapabiliyorum. Arka planda bazen bir Anadolu kilim motifleri yer alırken bazen de Selçuklu ve İznik çinileri yer almaktadır. Bunlar da ince bir işçilik ile yapılmaktadır. Ortalama bir resim 2 ile 3 hafta arasında bitiyor. Resmin boyutuna göre bu süre daha da artabiliyor. Portreler üzerinden açığa çıkan eskiye olan yakınlık, siyah-beyaz fotoğrafların yağlı boyaya geçişinin ön zeminini hazırlamaktadır. Portre’nin, “Fotoğrafik Görüntü” temsili üzerinden hazırlan ve onları geleneksel çini ve kilim motifleriyle destekleyen yeni anlam arayışlarını da beraberinde getirmektedir.

Fotoğrafik görüntünün içinde yer alan imge, onu yansıtan zaman algısını anlaşılabilecek bir biçimde somutlanmıştır. Resmedilen figürün siyah-beyaz olması, geçmiş zamanlardan bir felsefeyi uzak zamanlardaki köklerinden günümüze taşırken, kimi zaman resimlenen anonim portreler, kimi zaman aşina olduğumuzu sandığımız bir dervişin, kimi zamansa saraylı bir hanımefendinin tasviri olarak betimlenmektedir. Topluma mal olmuş, hakkında görsel verinin bulunmadığı kimselere suret inşa etmek, Anadolu’nun derin kültürüne kadar izler bırakmaktadır. Bir nakkaş duyarlığında işlenen arka plan, işlediği motifin renkli yüzü ise insan üretimi eserlerin zamana meydan okuyan yanına işaret etmektedir.

-M.İ.  Neden genelde “Derviş” portreleri yapıyorsunuz?

– H.B.İ:  Ben Bektaş-i gelenekleriyle büyütüldüm. Çocukken evimizde sürekli deyişler ve türküler söylenip, bağlama çalınırdı. Benim yaşıtımdaki çocuklar okuldaki müzik dersin de pop şarkılar söylerken, ben türkü söylerdim, Yunus Emre’den şiirler okur, Aşık Veysel, Ruhi Su, Pir Sultan Abdal, Arif Sağ,  Kul Himmet ve daha nicelerinden türküler söylerdim. Sınıftaki arkadaşlarım bunların nasıl şarkı olduğunu, güzel olmadıklarını söylerlerdi. Bende onların Pop şarkılarını anlamazdım… Aradan yıllar geçmesine rağmen hâlâ Atölyem de resim yaparken mutlaka türkü/deyiş dinlerim.

 Resimlerimde yer alan dervişler, Bektaş-i dervişleridir. Demem o ki,  dervişlerin çıkış noktası, daha çocukluk yıllarında aşina olduğum türkülerdendir. Sanatçı da bir derviş timsalidir. Nasıl dervişler Hakk yolunda ilerleyip, insan-ı kâmil olma yolunda çilelerini dolduruyorlarsa, sanatçı da bu disiplinle ilerlemelidir.  Dervişin gönlü toprak misalidir, gönlüne sevgi tohumundan başka bir şey ekmez. Sanatçının gönlüde temiz olmalı, başkalarının ne yaptığı, ne söylediği umurunda olmamalı. Bu yolda doğru ve emin adımlarla yürümelidir. 

-M.İ:   Son olarak sizin gibi genç Sanatçılara neler önerebilirsiniz. ?

-H.B.İ: Genç sanatçılara, girdikleri bu yoldan ne pahasına olursa olsun geri dönmemelerini önerebilirim. Maddi ve manevi karşılarına çok büyük engeller çıkacaktır, sıkılmadan, bıkmadan düşe – kalka bu yola devam etmeleri gerekir. Benimde yaşadığım çok zorluklar oldu. Bunların en basiti, atölyemi açtığım ilk zamanlar maddi anlamda sıkıntıya girdiğim dönemlerdi. Ben o dönemde pes etmiş olsaydım büyük ihtimalle özel bir kurumda eğitmenlik yapıyor olurdum. Sanat peşinde koşturuyor olmazdım. Malzeme bulamadığım, alamadığım zamanlarda elimde olanlarla yetiniyordum. Onları en iyi şekilde değerlendirmeye çalışıyordum.  Bu söyleyeceğimi çok az sayıda insan biliyor. Bazen yolda yürürken büyük çöp konteynırlarının içine ve etrafına şöyle hafiften bakınırdım. İşime yarayacak bir şeyler var mı? Diye. Bazen oralardan bulduğum nesneler, yaptığım seramik çalışmalarıma çok önemli bir katkı sağladı. İnsanların farkında olmadan çöpe attıkları nesneler, benim gibi insanların farkına varıp, o nesneyi çöpten alması ve o nesneye yenilikler katarak sanatsal bir nitelik kazandırma çabasında bulundurması, bu süreci daha özel kılmaktadır. Benim söyleyeceklerim bu kadar. Bu röportaj için sizlere çok teşekkür ederim. Sizin gibi sanata ve sanatçıya değer veren insanlar olduğu sürece, bizlerde üretmeye devam edeceğiz.

-M.İ:  Verdiğiniz bilgiler ve yorumlarınız için ben çok teşekkür ederim. Sanatla kalalım.

Devamını Oku

HAZİRANDA ÖLMEK ZOR…

HAZİRANDA ÖLMEK ZOR…
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Yıllar var ki ter içinde

Taşıdım ben bu yükü

Bıraktım acının alkışlarına

3 Haziran ’63’ü

Bir kırmızı gül dalı

Şimdi uzakta

Bir kırmızı gül dalı

İğilmiş üzerine

Yatıyor oralarda

Bir eski gömütlükte

Yatıyor usta

Bir kırmızı gül dalı

İğilmiş üzerine

Okşar yanan alnını

Bir kırmızı gül dalı

Nâzım ustanın

Gece leylâk

Ve tomurcuk kokuyor

Bir basın işçisiyim

Elim yüzüm üstümbaşım gazete

Geçsem de gölgesinden tankların tomsonların

Şuramda bir çalıkuşu ötüyor

Uy anam anam

Haziranda ölmek zor!

1963’lerde yaşanılanları ben, ancak böyle dökebildim 1976’larda şiire.

-‘On üç yılda özümsemişim o olayları, on üç yıl sonra damıtabilmişim. O günleri yaşayıp da ozanlığa soyunanlar, elbette ki benden daha iyi yapabileceklerdir bu işi. “El elden üstündür, taa arşa kadar” demiş eskiler.’

Hasan Hüseyin KORKMAZGİL

Merhaba değerli sanat tutkunları, bir sanat sezonunu daha geride bırakıyorken, sezonun son sergisi olarak gerçekleştirdiğimiz ‘Sonsuzluk’ sergisi ile 7 Haziran’da kapanışı yapmış bulunacağız.

Yeni sezonda yine birbirinden değerli ressamların eserlerine ev sahipliği yapmaya devam edeceğiz. Haziran demişken yaz mevsimini çok sevmeme rağmen bir buruklukta taşırım yüreğimin köşesinde…

Orhan Kemal, Ahmet Arif, Nazım Hikmet Ran, Ahmet Haşim, Cahit Zarifoğlu, Cemil Meriç, Peyami Safa ve nice şairler, edebiyatçılar hep Haziranda ayrıldı aramızdan…Saygı, rahmet ve özlemle anıyoruz. Edebiyat, şiir, şair, felsefe, kitap, roman ve hayatmızda herbirimizin kendinde bir parça bulabileceğimiz sözleriyle büyük ustaların güçlü kalemleriyle güçlü aşkları, sevdaları, özlemleri ile bizlere bıraktıkları güzel miraslarıyla Haziranda bir bir aramızdan ayrıldılar. Bu sevda bazen bir sevgiliye bazen bir memleket sevdası olarak döküldü kalemlerinden. Yeri geldi gördükleri bir haksızlığı da kaleme aldılar, yeri geldi haklılıklarını ve mutluluklarını da… Böylesine güzel değerlere sahip olduğumuz için hem çok şanslıyız kendileriyle birebir tanışamamış, bir sohbet edememiş bireyler olarak da çok şanssız. Bunların içerisinde en anlamlı olan da bir sanat sezonunu büyük usta İbrahim Balaban ve Hasan Nazım Balaban’ın ‘Kalanlar’ını baba oğul sergisi olarak açmaktı. Sergi içerisinde hem ressam İbrahim Balaban vardı hem de resimlere şiir gibi işlenmiş gerçek hayattan alıntılarla Nazım Hikmet. Nazım’ın yanında çalışılmış  bir tablo bazen resmin içinde Nazım’ın kendisi bazı resimlerde de Balaban ile tablonun bir ucundan tutulmuş resim içinde resmin Hasan Nazım Balaban’ın Nazım Hikmet’ten dolayı ismini almış olması yani film gibi bir sergi, gerçek hayatla iç içe tablolar herbir tablonun içimize işleyecek öğrendiğimde etkilendiğim sanatseverlere aktardığım bilgilerde tekrar tekrar heyecan duyduğum duygulandığım çok ama çok özel resimlerin hikayesi….

Yazımı sonlandırırken İbrahim Balaban’ın ‘Bahar’ isimli tablosundan etkilenerek yazdığı şiiri sizinle paylaşmak isterim. Değerli üstadlara saygı ve minnetle… Sanatla ve şiirle kalalım.

BALABAN’IN BAHAR TABLOSU ÜZERİNE

İşte seyreyle gözüm, hünerini Balaban’ın

İşte şafak vakti Mayıs ayındayız

İşte aydınlık:

Akıllı, cesur, taze, diri, insafsız…

İşte bulut:

Kaymak gibi lüle lüle

İşte dağlar:

Hem de mavi, hem de serin

İşte sabah seyranı tilkilerin

Uzun kuyruklarında ışık,

Sivri burunlarında telaşları.

İşte seyreyle gözüm:

İşte karınları aç, tüyleri diken, ağzı kırmızı

İşte dağ başında kurdun biri.

Kendi içinde duymadın mı sen

Aç kurdun öfkesini sabah vakitleri?

İşte seyreyle gözüm:

Kelebekler, arılar…

İşte kıvıl kıvıl devranı balıkların

İşte bir leylek

Mısırdan yeni gelmiş.

İşte bir geyik; daha güzel bir dünyanın hayvanı.

İşte seyreyle gözüm;

inin önünde ayı, uyku sersemi henüz

Sen aklından geçirmedin mi hiç?

Toprağı koklayarak, ayılar gibi dalgın yaşamayı

Bala, armuda, yosunlu loşluğa yakın,

İnsanın sesinden, ateşten uzak.

İşte seyreyle gözüm: sincaplar, tavşanlar,

İşte kertenkele, işte tosbağa,

İşte üzüm gözlü eşeğimiz, bir ağaç pırıl pırıl

Güzellikte insana en çok benzeyen

İşte çayır çimen:

Girin içine çıplak ayaklarım.

İşte kokla burnum:

Labadalar, ebe gömeçleri.

Ellerim ellerini, dokunun, okşayın, avuçlayın,

İşte anamın sütü,

Karımın eti,

Gülüşü çocuğumun.

İşte sürülen toprak.

İşte İnsan:

Dağın taşın, kurdun, kuşun efendisi.

İşte çırakları, işte poturunda yamalar

İşte karabasan.

İşte sağrılarında kederli, korkunç oyuklarında öküzleri.

On yıl mapusta yattı ama kaybetmedi

Umudunu Balaban.

İşte Seçköy’den Ali’nin kızı geliyor al taylarıyla tarlaya.

NAZIM HİKMET RAN

Devamını Oku

SONSUZLUK

SONSUZLUK
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Merhaba değerli sanat tutkunları, sonsuzluk nedir? Descartes’a göre sonsuzu anlamaya çalışmak ise hiç gerekli değildir, yalnız hiçbir sınırını bulamadığımız her şeyin sınırsız olduğunu düşünmeniz gerekir. Birçok sonsuzluk tanımı mevcuttur, bunlardan biri Aristo’nun maddenin, hareketin ve zamanın sonsuza dek var olduğunu önermesidir. Sevgimizi, görüşümüze ifade ettiğimizde de ne kadar ciddi ve duygularımızdan emin olduğumuzu belirtmek, hislerimizi karşı tarafa geçirmek istediğimizde de bu anlamlı sözcüğü kullanır birçoğumuz “sonsuza dek”, “sonsuza kadar” gibi. İnsanlar doğar, büyür, yaşar ve ölürler. Önemli olan geriye bıraktıkları izler ve onları sonsuza kadar bizimle yaşatacak olan anıları, yaptıkları güzel işler… Bu bazen bir söz, bir başarı, dünyaya fayda sağlamış bir etki, iyilik, güzelliktir. İşte tam bu noktada kişiyi ölümsüz kılan değerler devreye giriyor burada. Bir başka güzel örnek de değerli ressamlarımızdır. Hayatı boyunca birbirbirinden güzel eserlere imza atmış, ardında güzel izler bırakmış ressamlarımızdan Enis Aktaş 2017’de aramızdan ayrılışıyla sanat camiasını derinden üzmüş olan ressamınızın anısına İzmir’de her yıl ‘Enis Aktaş Anısına Kişisel Resim Sergisi’nin küratörlüğünü bizzat kendim gerçekleştirmiş olmanın gurununu yaşıyorum.
Şimdi ise ‘Sonsuzluk’ adını verdğimiz Enis Aktaş Kişisel Resim Sergisi ile 18 Mayıs 2022 tarihinde Karaca Kültür Merkezi ve İstanbul’un gözde galerilerinden olan Balaban Sanat Galerisi iş birliğinde İstanbul’daki sanatseverlerle şimdiye kadar sergilenmemiş eserlerini buluşturmanın heyecanını yaşıyoruz. 3 Haziran’a kadar devam edecek olan sergide sanatçının 45 tuval üzeri yağlı boya eseri bulunuyor. Kuratörlüğünü yaptığım serginin ismi sanatçının sergide yer alacak bir eserinden etkilendiğim ve dilimden dökülen iç sesimin bana söylettiği bir söz olarak ve çok kıymetli bir sohbet içerisinde oluştu ve serginin başlığı olarak da ölümsüzleşti. Benim için çok özel ve değerli sergimize İstanbul’da bulunan tüm sanatseverleri ve dostlarımı bekliyorum. Sanatla kalalım.

Devamını Oku

23 NİSAN’IN 102. YIL’I KUTLU OLSUN

23 NİSAN’IN 102. YIL’I KUTLU OLSUN
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Merhaba değerli sanat tutkunları,23 Nisan 1924 yılında Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün çocuklara armağan ettiği bu özel ve anlamlı günün yüz ikinci yılını kutlayacağız.
Nisan ayı yaz mevsimini bize müjdelerken 23 Nisan’ın bu güzel mevsimde olması da beni hep sevindirmiştir. Yaz mevsimini bize müjdeleyen bahar ile birlikte coşkulu 23 Nisan kutlamaları bu söze küçük büyük demeden söyletiyor bence de. ’23 Nisan Hep Neşe Doluyor İnsan’ 🙂


Olumsuz koşullar, yaşadığımız zorlu pandemi sürecinin nihayetinde sonuna doğru yaklaştığımızı düşünürken, tüm dünyada olduğu gibi çocukların da olumsuz yönde etkilenmesinin ardından içerisinde bulunduğumuz 2022 yılının 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nın tüm coşkusuyla gerçekleşmesini ümit ediyorum. En duygusal anlardan biriydi benim için de pandemide okullarından parklardan oyun arkadaşlarından salgın hastalık sebebiyle mahrum kalan miniklerin 23 Nisan’da evlerinin camlarına resmettikleri gökkuşaklarını astığını görmek ve diğer resmi bayramlarımızda da olduğu gibi pencerelerden bağıra bağıra ‘İzmir’in dağlarında çiçekler açar’ parçasına eşlik etmek, benimde herkes gibi endişeli kaygılı sürecimde yüzümü güldürmüştü. Ve bu düşünceyle beraber imkanı olmayıp çocuk adam olan miniklerimiz, eli kalem yerine iş tutmaya mecbur bırakılan hayat şartları, oyuncak arabayla hiç oynamamış, araç tamircisinde yağ içindeki minik eller, bir oyuncak bebeği bile olmadan evlendirilen kız çocukları, çocuk gelinler…Tüm çocukların adil ve eşit şekilde yaşadığı bir hayat diliyorum. Çocukların gözleri bakmalı, bir birey muamelesi yaparak size bir şey söylemek istediklerinde sonuna kadar dinlenmeli, cezalandırmamalı, eğiterek ödüllendirmeli, bir çoğumuz yaşam kaygısı içerisindeyken bazen bir sorunun kafamızı meşgul etmesinden kaynaklanarak miniklerimiz ile gerekli iletişimi kuramıyor. Sevgili okurlar en büyük ve hassas nokta ise çocuklarınıza sus demeyin, bırakın sesleri çıksın, parmak izleri az önce sildiğiniz sehpanın yada camınızın üzerinde kalsın bu izlere sahip olmak isteyen o kadar çok anne ve baba adayını olduğunu aklınızdan çıkarmayın. Haydi farkında olmadığımızdan dolayı kaçırdığımız zamanları telafi edip bu yıl 23 Nisan’ı sadece çocuklarımızı ayıralım. Saf sevginin masumiyetin tek sahibi çocuklarımızla etkinlik alanlarını dolduralım ve aynı zamanda sosyal mesafemizi korumaya da özen gösterelim.
Ulu Önderimiz 1922 ylında Bursa’da çocuklara şöyle seslenir.
Küçük hanımlar, küçük beyler!
Sizler hepiniz geleceğin bir gülü, yıldızı ve ikbal ışığısınız.
Memleketi asıl ışığa boğacak olan sizsiniz.
Kendinizin ne kadar önemli, değerli olduğunuzu düşünerek ona göre
Çalışınız, sizlerden çok şey bekliyoruz…
Gazi Mustafa Kemal Atatürk.
Atamızı saygı ve minnetle anıyoruz. İçimizdeki çocuk hiç büyümesin, Sanatla Kalalım.

Devamını Oku

‘BİR ÖMÜRLÜK MİSAFİR’

‘BİR ÖMÜRLÜK MİSAFİR’
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Merhaba değerli sanat tutkunları, yine buram buram sanat kokan yazımla karşınızdayım, hemde çok özel ve genç bir yetenek Hasan Basri İNAN…Portreler üzerinden açığa çıkan eskiye olan yakınlık, siyah-beyaz fotoğrafların yağlı boyaya geçişinin ön zeminini hazırlamaktadır. Portre’nin, “Fotoğrafik Görüntü” temsili üzerinden hazırlan ve onları geleneksel çini ve kilim motifleriyle destekleyen yeni anlam arayışlarını da beraberinde getirmektedir. Fotoğrafik görüntünün içinde yer alan imge, onu yansıtan zaman algısını anlaşılabilecek bir biçimde somutlanmıştır. Resmedilen figürün siyah-beyaz olması, geçmiş zamanlardan bir felsefeyi uzak zamanlardaki köklerinden günümüze taşırken, kimi zaman resimlenen anonim portreler, kimi zaman aşina olduğumuzu sandığımız bir dervişin, kimi zamansa saraylı bir hanımefendinin tasviri olarak betimlenmektedir. Topluma mal olmuş, hakkında görsel verinin bulunmadığı kimselere suret inşa etmek, Anadolu’nun derin kültürüne kadar izler bırakmaktadır. Bir nakkaş duyarlığında işlenen arka plan, işlediği motifin renkli yüzü ise insan üretimi eserlerin zamana meydan okuyan yanına işaret etmektedir. Ressam Hasan Basri İNAN’ın Kendisi,eserleri,ve tekniğinden oluşan bilgileri sizin için derledim. Karaca Kültür Merkezi İzmir’de ilk kişisel sergisi gerçekleşecek olan ‘Bir Ömürlük Misafir’ isimli sergide kuru fırça tekniğiyle yaptığı çalışmalarla resme fotoğraf tadında bir izlenim veren İNAN’ın sergisi 13 Nisan da açılıyor.

  • Meryem İpek: Öncelikle sizi tanıyalım.
  • Hasan Basri İNAN: 1992 yılında Malatya’da doğdum. İlk, orta ve lise eğitimini Mersin’de tamamladım. 2011 yılında Mersin Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’ne dereceyle girdim. 2015 yılında Seramik Bölüm birincisi ve Güzel Sanatlar Fakülte ikincisi olarak mezun oldum. 2015 yılında Hacettepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Enstitüsü, Seramik Bölümü, Yüksek Lisans Programını 1.lik ile kazandım. 2011 yılından beri, Ressam Ahmet YEŞİL’ in rehberliğinde çalışmalarımı sürdürmeye devam ediyorum. Bu eğitim süreci, Ahmet hocamın yol göstericiliği ile devam ediyor.7 kişisel, 60’dan fazla karma sergi, 10’dan fazla ulusal ve uluslararası jürili sergiler, Workshoplar, Sempozyumlar ve Çeşitli Etkinliklerde yer aldım. 5 Ulusal, 5 Uluslararası ödülüm bulunmaktadır. Almanya, Fransa, İngiltere, Portekiz ve İspanya’da karma sergilere katıldım. 2018 yılında Hacettepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Enstitüsü Seramik Bölümü Yüksek Lisansımı tezimi yazarak mezun oldum. Tez konusu, “Seramik Form ve Yüzeylerde Resimsel Anlatımlar ve İmgelerdi.” 2016 yılından bu yana çalışmalarını Mersin’deki atölyemde sürdürmekteyim.

-M.İ: Resme Nasıl Başladınız? Başladıktan sonra destekçileriniz kimlerdi.?

-H.B.İ: Resme olan yakınlığım küçük yaşlarla başladı. Babamın bana yaptığı resimler o zamanlarda hep güzel gelirdi. Ondan kaynaklı bende resim yapamaya başladım. İlkokul ve ortaokulda yaptığım resimler öğretmenlerim tarafından hep sınıf panosuna ya da okulun panosuna asılırdı. Böyle olunca ben daha çok resim yapmaya başladım ve resim yaptıkça da mutlu oluyordum. Ortaokuldayken sınıf öğretmenimiz bizlere, “ileride hangi mesleği yapmak istiyorsunuz” konulu bir kompozisyon yazmamızı istemişti. Ben oraya iki şey yazmıştım. İlki futbolcu olmak, ikincisi ressam olmaktı… 9 yıl amatör olarak bazı kulüplerde futbol oynadım. Daha sonra futbolu bırakıp resme yöneldim. Resme yönelmemde dayımın rolü büyüktür. Güzel Sanatlara hazırlık kursuna gittim. Mersin Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Seramik Bölümü’nü kazandım. Bu sırada yolum Ahmet Yeşil ile kesişti .Bu benim dönüm noktam oldu diyebilirim. Ahmet Yeşil’in benim üzerimde tarif edilemeyecek kadar emeği vardır. Desteğini benden hiç esirgememiştir. Üniversite de seramik eğitimi alırken diğer yandan evimin odasında resim yarışmalarına hazırlanıyordum.. Katıldığım ilk resim yarışmasında Ahmet hocamın bana verdiği tuvale resim yapmıştım ve o resimle de ödül almıştım. Bunun bendeki yeri çok özeldir. Hala o resmi saklarım. Ne kadar da almak isteyen kişiler olduysa, kimseye veremedim. Bazı şeylerin manevi değeri, maddi değerden daha ağırdır. Bir sonraki yıl yine bir resim yarışmasına katılmıştım. Yine tuvalimi Ahmet hocam vermişti. Ve yine ondan da ödül almıştım. O resimde hala bende duruyor. Keşke her insanın hayatına böyle derinden dokunan ve o kişiyi özel hissettiren birisi olsa diyorum. Ahmet Yeşil ile beraber yurtiçi-yurtdışı sergilere, sempozyumlara gidiyoruz. Bizleri oradaki sanat ortamıyla tanıştırıyor. Şunu çok rahat bir şekilde söyleyebilirim ki, bana göre Ahmet Yeşil kendi döneminin en büyük sanatçısıdır! Ben de böyle bir ustanın yanında yer aldığımdan dolayı çok onur duyuyorum.

  • M.İ: Resimleriniz hakkında teknik bilgi verirmisiniz ?

-H.B.İ. Teknik bilgilerinden söz etmek gerekirse, resimlerimi tuval üzerine yağlı boya ve akrilik olarak çalışıyorum. Resmin içinde yer alan figür monokrom bir şekilde tuvale aktarılıyor. Burada kuru fırça tekniğini kullanıyorum. Tek bir renkle ve ince dokunuşlarla foto-gerçekçi çalışmalar ortaya çıkartıyorum. İnce ayrıntılarla uğraşmayı sevdiğim için bu konuda hiç sıkılmadan resim yapabiliyorum. Arka planda bazen bir Anadolu kilim motifleri yer alırken bazen de Selçuklu ve İznik çinileri yer almaktadır. Bunlar da ince bir işçilik ile yapılmaktadır. Ortalama bir resim 2 ile 3 hafta arasında bitiyor. Resmin boyutuna göre bu süre daha da artabiliyor. Portreler üzerinden açığa çıkan eskiye olan yakınlık, siyah-beyaz fotoğrafların yağlı boyaya geçişinin ön zeminini hazırlamaktadır. Portre’nin, “Fotoğrafik Görüntü” temsili üzerinden hazırlan ve onları geleneksel çini ve kilim motifleriyle destekleyen yeni anlam arayışlarını da beraberinde getirmektedir.
Fotoğrafik görüntünün içinde yer alan imge, onu yansıtan zaman algısını anlaşılabilecek bir biçimde somutlanmıştır. Resmedilen figürün siyah-beyaz olması, geçmiş zamanlardan bir felsefeyi uzak zamanlardaki köklerinden günümüze taşırken, kimi zaman resimlenen anonim portreler, kimi zaman aşina olduğumuzu sandığımız bir dervişin, kimi zamansa saraylı bir hanımefendinin tasviri olarak betimlenmektedir. Topluma mal olmuş, hakkında görsel verinin bulunmadığı kimselere suret inşa etmek, Anadolu’nun derin kültürüne kadar izler bırakmaktadır. Bir nakkaş duyarlığında işlenen arka plan, işlediği motifin renkli yüzü ise insan üretimi eserlerin zamana meydan okuyan yanına işaret etmektedir.

-M.İ. Neden genelde “Derviş” portreleri yapıyorsunuz?

  • H.B.İ: Ben Bektaş-i gelenekleriyle büyütüldüm. Çocukken evimizde sürekli deyişler ve türküler söylenip, bağlama çalınırdı. Benim yaşıtımdaki çocuklar okuldaki müzik dersin de pop şarkılar söylerken, ben türkü söylerdim, Yunus Emre’den şiirler okur, Aşık Veysel, Ruhi Su, Pir Sultan Abdal, Arif Sağ, Kul Himmet ve daha nicelerinden türküler söylerdim. Sınıftaki arkadaşlarım bunların nasıl şarkı olduğunu, güzel olmadıklarını söylerlerdi. Bende onların Pop şarkılarını anlamazdım… Aradan yıllar geçmesine rağmen hâlâ Atölyem de resim yaparken mutlaka türkü/deyiş dinlerim.
    Resimlerimde yer alan dervişler, Bektaş-i dervişleridir. Demem o ki, dervişlerin çıkış noktası, daha çocukluk yıllarında aşina olduğum türkülerdendir. Sanatçı da bir derviş timsalidir. Nasıl dervişler Hakk yolunda ilerleyip, insan-ı kâmil olma yolunda çilelerini dolduruyorlarsa, sanatçı da bu disiplinle ilerlemelidir. Dervişin gönlü toprak misalidir, gönlüne sevgi tohumundan başka bir şey ekmez. Sanatçının gönlüde temiz olmalı, başkalarının ne yaptığı, ne söylediği umurunda olmamalı. Bu yolda doğru ve emin adımlarla yürümelidir.

-M.İ: Son olarak sizin gibi genç Sanatçılara neler önerebilirsiniz. ?

-H.B.İ: Genç sanatçılara, girdikleri bu yoldan ne pahasına olursa olsun geri dönmemelerini önerebilirim. Maddi ve manevi karşılarına çok büyük engeller çıkacaktır, sıkılmadan, bıkmadan düşe – kalka bu yola devam etmeleri gerekir. Benimde yaşadığım çok zorluklar oldu. Bunların en basiti, atölyemi açtığım ilk zamanlar maddi anlamda sıkıntıya girdiğim dönemlerdi. Ben o dönemde pes etmiş olsaydım büyük ihtimalle özel bir kurumda eğitmenlik yapıyor olurdum. Sanat peşinde koşturuyor olmazdım. Malzeme bulamadığım, alamadığım zamanlarda elimde olanlarla yetiniyordum. Onları en iyi şekilde değerlendirmeye çalışıyordum. Bu söyleyeceğimi çok az sayıda insan biliyor. Bazen yolda yürürken büyük çöp konteynırlarının içine ve etrafına şöyle hafiften bakınırdım. İşime yarayacak bir şeyler var mı? Diye. Bazen oralardan bulduğum nesneler, yaptığım seramik çalışmalarıma çok önemli bir katkı sağladı. İnsanların farkında olmadan çöpe attıkları nesneler, benim gibi insanların farkına varıp, o nesneyi çöpten alması ve o nesneye yenilikler katarak sanatsal bir nitelik kazandırma çabasında bulundurması, bu süreci daha özel kılmaktadır. Benim söyleyeceklerim bu kadar. Bu röportaj için sizlere çok teşekkür ederim. Sizin gibi sanata ve sanatçıya değer veren insanlar olduğu sürece, bizlerde üretmeye devam edeceğiz.
-M.İ: Verdiğiniz bilgiler ve yorumlarınız için ben çok teşekkür ederim. Sanatla kalalım.

Devamını Oku

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.