Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla Beden maddidir, topraktandır, neticede toprağa dönecektir. Araç niteliğindedir. Ruh ise ilahidir. Allah’ın nefhasıdır. İnsanı değerli kılan unsur ruhudur. Allahü Teala bunu şöyle beyan ediyor: “Ben ona kendi ruhumdan üfledim.” (Hicr, 29) Bu ayetin beyanına göre, insan Allah’tan gelmiştir ve yine ona dönecektir. Bu geliş-gidişe seyr-u süluk, yani Allah’a dönmek, Allah’a yürümek denir. Böylece her doğan bir yandan da ölüme yürür. Bu nedenle ölenler için, “Hakk’a yürüdü” derler. Allah’a dönüş zorunludur. ölüm bu dönüşün ilk resmi noktası. Aslolan ise, ölmeden önce ölmek, daha dünyada iken Allah’a kavuşmaktır. “Mutu kable entemutu” buyrulmuş. Bu, “ölmeden önce ölünüz”, daha dünya hayatında iken Allah’a kavuşunuz demektir. Kul için aslolan da budur. Yoksa her canlı gibi insan da ölümü tadacaktır, geldiği yere dönecektir. Bu dönüşte kul Rabbinden razı,Rabbi de kulundan razı olarak dönmek esastır. Bir ayette Allahü Teala bu gerçeği şöyle haber veriyor: “Ey mutmain olan nefs! Rabbine dön; sen razı, O da senden razı olarak. Artık kullarımın arasına gir ve cennetime giriver.” (Fecir, 27-30) İNSANIN YARATILIŞ GAYESİ İnsan henüz ruhlar aleminde iken Rabbini gördü, işitti ve yaşadı. O’nun tecellilerine muhatap oldu. O günden beridir insan hep O’nu arar. O’nda gördüğü güzelliği özler durur. O’na yaklaştığı nispette mutlu olur, O’ndan ayrı kaldıkça huzuru ve saadeti bozulur. Hz. Mevlana, bu ayrılığı anlatırken kamış örneğini verir. Ney, asıl yurdu olan kamışlıktan ayrıldığı için inlemektedir. Bu çok güzel bir tespittir. Evet, o güzeller güzeli olan Rabbini tanıyan insan bu aşağılar ülkesi olan dünyaya geldiğinde, ilk tepki olarak ağlamıştır. İnsan, Rabbinin zikri ve tecellileri ile bütünleşirse mutlu ve huzurlu olur. “Aşıkta keder neyler” sözü bu anlayışı çok güzel ifade ediyor. Aksine, insan, dünyaya ve dünyadakilerin sevdasına dalarsa o zaman saadet ve huzurdan mahrum kalır.
İnsanın dünyaya gönderilme gayesi, Allah’a kulluktur. İnsan; iman, ibadet, itaat ve muhabbetle Rabbinin yoluna girer. Dünya hayatını böylece tamamlarsa, işte o zaman yaratılış gayesine ulaşmış olur. Bir ayette Allahü Teala şöyle beyan ediyor: “Cinleri ve insanları ancak bana kul olsunlar diye yarattım.” (Zariyat, 56) Yani yaratılışın temel gayesi “Allah’a kulluk’tur. İnsanın değeri, kulluk yolundaki gayretine, iman ve ibadetine, taatine ve muhabbetine bağlıdır. İnsan, dini ile ne kadar bütünleşirse, Allah katında o kadar değer kazanır. Cenab-ı Hak bir ayette bu gerçeği şöyle açıklıyor: “… Allah katında en değerli olanınız, takvaca en üstün olanınızdır.” (Hucurat, 13)
Bu ayete göre insanın kıymeti, soy, sop, ırk cinsiyet, zenginlik, saltanat ve benzeri şeylerle değildir. üstünlüğün tek unsuru “takva’dır. Yani Allah’ın dini ile bütünleşmek ve Allah rızasına göre inanıp yaşamaktır. İNSAN-DİN MÜNASEBETİ Din, akıl sahibi insanları, kendi hür iradeleri ile, gerçekten hayır olan şeylere götüren, dünya ve ahiret saadetini sağlayan ilahi bir kurumdur. a) Din, akıl sahiplerine hitap eder Dini anlama ve yaşamada akıl çok önemli bir araçtır. Ancak akıl hakikatin kaynağı değildir. Vahiy yoluyla gelen ilahi tebliğleri kavrar ve anlar. Bazı ilim adamları (!) aklı vahyin yerine koymaya kalkışmışlardır. Hatta öyle aşırı gidenler olmuştur ki, akılla vahiy çatışırsa, akıl tercih edilir diyebilmişlerdir. Bu yanlışı düzelterek geçmemiz gerekir. Vahiy dinin esasıdır. İlahi malumattır. İnsan aklına düşen vazife ise, o vahyi maksadına uygun olarak anlamak ve onu hayata geçirmektir. Eğer akıl hakikatin kaynağı olsaydı, o zaman vahyin ne anlamı kalırdı? Hıristiyan din adamları çeşitli maksatlarla, dini ölçüleri kendi akli önerileri ile değiştirdiler. Allahü Teala onları kınayarak elim bir azapla tehdit etti.
Sorumluluk için akıl sahibi olmak esastır. Bu sebeple henüz buluğa ermemiş küçükler ve aklını yitirmişler, İslami görev ve yükümlülüklerden sorumlu tutulmamışlardır. Akıl, Allah’ın ne olduğunu bilemez. Akıl, ancak Allah’ın ne olmadığını bilir. Allah’ı bilmek ve tanımak gücü ve görevi kalbe aittir. Kalp, Allah’ı bilir ve tasdik eder. İmanın tanımında şöyle denmiştir: “İman, kalp ile tasdiktir.” Zira nice akıl sahipleri vardır ki, imandan mahrumdur. Yine nice akıl bakımından çok ileri olmayanlar vardır ki, iman üzeredir. b) Dinde hürriyet vardır. Din, insanları baskı ve taklitten men eden iman ve ameli emreder. Kişi inanarak yapar veya inancından dolayı reddeder. Baskı ile yaptırılan ameller geçerli olmaz. Mesela baskı ile bir insan yeme-içmeden men edilse ve fakat bu kişi niyetsiz olsa, bu ancak açlık olur, oruç yerine geçmez. Bir ayette: “Dinde zorlama yoktur. Doğruluk sapıklıktan iyice ayrılmıştır.” (Bakara, 256) buyruluyor.
GÜNDEM
05 Aralık 2024GÜNDEM
05 Aralık 2024ÇEVRE
05 Aralık 2024EKONOMİ
05 Aralık 2024GÜNDEM
05 Aralık 2024GENEL
05 Aralık 2024GÜNDEM
05 Aralık 2024GENEL
05 Aralık 2024YAZARLAR
05 Aralık 2024ÇEVRE
05 Aralık 2024Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.