KENDİNİ CEZALANDIRMAK
Kendini cezalandırmak, psikolojik sağlığı olumsuz etkileyen bir davranış biçimidir. İnsanlar yaptıkları hatalar nedeniyle kendilerini suçlayabilir, ancak bu durum depresyon, stres ve psikosomatik hastalıklara yol açabilir. Hatalardan ders çıkararak ilerlemek, sorumluluk almak ve kendini affetmek bireyin ruhsal dengesini korumasına yardımcı olur.

Geçtiğimiz günlerde yeni bir dizi izlemeye başladım. Dizinin ana karakteri rahim kanseri ile mücadele etmekte olan genç bir kadın. Dizi ilerledikçe kadının hamile kalmış olduğunu, ama kendini anneliğe hazır hissetmediği için kürtaj yaptırmaya gittiğini, eşinin son anda durumu öğrenerek ona engel olduğunu öğreniyorsunuz. Karı koca eve dönüş yolunda bunun kavgasını yaparlarken bir kaza geçiriyorlar ve kadın o anda bebeğini düşürüyor. Sonrasında bundan kendini sorumlu tutuyor. Çocuğu istemediği için bu kazayı geçirdiğine, onu öldürdüğüne inanıyor. Bu düşüncesine o kadar sıkıntı tutunuyor ki bu onu günün birinde kansere yakalandığında rahimi ile işlediği suçun gene rahiminden olarak cezalandırıldığı inancına getiriyor. Bir yandan tedavi olmaya çalışırken diğer yandan manevi huzur peşinde gezen, arayış içinde ve mutsuz bir kadın haline geliyor. Bu arayış ise onu tamamen yabancısı olduğu bir dünyaya, belki de çok büyük bir yanlışın içine götürüyor.
Bu izlediklerim beni insanların kendini cezalandırması üzerine uzun süre düşündürdü.
Hepimiz hatalar yaparız. Bu hatalar sonucu kendimize ya da çevremize kendimize zarar verebiliriz; istemeden de olsa. Zaten önemli olan bilerek, isteyerek zarar vermemektir. Eğer bu yönde kendimizden eminsek, kendi kendimizi cezalandırmamıza da gerek kalmaz. Ama gene de bazen farkında olarak, bazen da bilmeden yaparız bunu. Bu da bizi psikolojik ve psikosomatik hastalıklara götürür.
Bunda en büyük motivasyonumuz ailemizin, sevdiklerimizin ya da başka birilerinin yaşadığı olumsuzlukların, bazen de dönüştükleri insanın bizim hatamız yüzünden olduğudur. Onlara karşı suç işlediğimizdir. Çocuğumuz bizim yüzümüzden sinirli ya da başarısız olmuştur, eşimiz bizim yaşattığımız travma yüzümüzden işinden ayrılmıştır, annemiz bizim yüzümüzden hasta olmuştur vs.
Aslında o kadar da güçlü olmadığımızı bir görebilsek… Kimsenin kimseyi şekillendiremeyeceği gibi kimsenin tek başına büyük olaylara sebep olamayacağını anlayabilsek…
Hata insana mahsustur. Hata yapa yapa öğreniriz, büyürüz, gelişiriz, olgunlaşırız. Hayat yolunda düşe kalka ilerleriz. Önemli olan hatalarımızdan ders çıkarmak, bir daha aynı hataya düşmemektir. Bunun için çabalamaktır. Ve tabii bu tecrübemizi paylaşmak, başkalarının da aynı hatayı yapmasına engel olmaya çalışmaktır.
Kendimizi cezalandırmak kimseye yarar sağlamayacağı gibi yaptığımız hatayı da telafi etmez. Ne verdiği hasarı tamir eder ne de kaybettirdiklerini geri getirir. Bu nedenle kendimize acı çektirmek yerine yaptığımız şeyi olgunlukla kabul edip ve tabii ki sorumluluğunu üstlenerek ileriye bakmak, yapabiliyorsak telafi etmek hem kendimiz hem de çevremiz için çok daha faydalıdır.
Herkes yaşadığı olaylardan farklı şekillerde etkilenir. Dolayısıyla biz maddi ya da bir zarar vermiş olabiliriz ama tek bu zararla insanların bazı şekilleri almasına, yaşamlarındaki tercihleri bazı yönlerde yapmasına, bazı yolları seçmesine sebep olamayız. Etkimiz olmaz demiyorum. Ama tek başına değil.
Önemli olan kendimizle barışık olmak, yanlışıyla, doğrusuyla kendimizi sevmek, kabul etmektir. Kendini sevmeyen insan kimseyi sevemez, mutlu da olamaz.
Hata yapmanın suç olmadığını, yapılması gerekenin ceza vermek değil ders çıkarmak ve sorumluluk almak olduğunu ve hataların doğruyu öğrenmek için bir fırsat olduğunu unutmazsak çok daha mutlu oluruz.