KİBİR VE TEVAZU-1

Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla “Küçücük bir fare kocaman bir devenin yularını tutmuş kurula kurula gidiyordu. Kendi küçüklüğünü görmeden: - Meğer ben ne müthiş bir pehlivan ne müthiş bir yiğitmişim diye böbürlendi. Gide gide bir nehrin kenarına geldiler. Nehri gören fare, şaşkınlık içinde donup kaldı. Deve manidar bir şekilde: - Ey dağda, ovada bana arkadaşlık eden fare! Neden durakladın, neden böyle şaşırıp kaldın? Haydi, yiğitçe nehrin içine gir! Sen benim kılavuzum, öncüm değil misin? Yol ortasında böyle şaşırıp kalmak sana yakışır mı, dedi. Fare, mahcubiyet içinde kekeleyerek şöyle cevap verdi: - Arkadaş! Bu pek derin bir su, boğulurum diye korkuyorum. Deve suyun içine girip: - Ey kör fare! Su diz boyu, korkmana gerek yok, dedi.

 Fare utana sıkıta itirafına devam etti: - Ey hünerli deve! Nehir sana göre karınca, bize göre de ejderha gibidir. Çünkü dizden dize fark vardır. Benimki gibi yüz tane dizi üst üste koysak, ancak senin bir dizin eder. Bunun üzerine akıllı deve, ona şu nasihatte bulundu: - Öyleyse, gurur ve kibre aldanıp da terbiyesizlik etmeye kalkma; haddini bil! Müsamahama kanıp şımarma. Çünkü Allah şımaranları sevmez! Var git; sen kendin gibi farelerle boy ölçüş! İyiden iyiye gerçeği anlayıp utanan fare: - Tövbe ettim, pişman oldum. Allah için olsun şu öldürücü, boğucu sudan beni geçir, diye yalvardı. Deve merhamet edip ona acıdı: - Haydi! Sıçra da hörgücümün üstüne çık! Sudan geçmek veya başkalarını geçirmek benim işimdir.

Zira vazifem senin gibi yüz binlerce âcize hizmet etmektir, dedi ve fareyi nehrin öbür tarafına geçirdi” Hikâye anlaşılmış, kıssadan hisse kapılmıştır lâkin bir kez daha söylemek icap ederse Mevlânâ'nın Mesnevi’sinde geçen bu hikâyede fare; boyundan büyük işlere soyunan ve kendini başkalarından üstün gören kibirli bir kişinin; deve ise sabırlı, kâmil ve mütevazı bir insanın sembolüdür. Fare ve deve birer prototiptir. İnsanlar içinde cirmine ve cürmüne bakmaksızın kibirlenip haddini aşan farelerin sayısı, kendini bilen dolayısıyla Rabb'ini bilen tevazu sahibi develerin sayısından çok daha fazladır. Bir ahlâk terimi olarak tevazu, alçakgönüllü olmak ve böbürlenmekten uzak durmak demektir.

 Onun zıddı olan kibir ise kendini başkalarından üstün tutmak ve Cenâbn Allah'ın “Mütekebbir" sıfatını kendi üzerinde görmektir. Kibir, tevazu ile aynı yer ve zamanda bulunmaz, biri varsa diğeri olmaz. Geceyle gündüz, küfürle iman nasıl aynı anda bir arada bulunmazsa kibir ve tevazu da aynı anda bir arada bulunmaz. Birinin varlığı diğerinin yokluğuna delalet eder. İyi insan ve muttaki Müslüman olabilmek öncelikle tevazu ahlâkına sahip olmayı gerektirir. Tevazu ahlâkına sahip olmayan bir kişi “iyi veya muttaki” diye isimlendirilemez. Çünkü iyi ve takvalı olmanın şartlarını Rabb'imiz yüce kitabında, Rasûllah Efendimiz (s.a.v.) de sünnet-i seniyyesinde beyan etmiştir. "Onlar yeryüzünde tevazu içinde yürürler." (Furkan Sûresi, 63)

“Allah kendini beğenen ve böbürlenen kimseleri sevmez." (Hadid Sûresi, 23) “Kibirlenip insanlardan yüzünü çevirme. Yeryüzünde çalımla yürüme. Çünkü Allah kurulup övünenleri sevmez." (Lokman Sûresi, 18). Allah CC selamı bereketi Rahmeti üzerinize olsun.